Sembol Nedir?

Sumbolon/ Sum-Ballein (Sun: İle, Ballein: Atmak/ Fırlatmak) İki farklı şeyi birlik oluşturmak için fırlatmak veya atmak. Latince Symbolum: Timsal-Remz.

Sembol nedir? Bu sorunun cevabı göstergelerin toplum içindeki yaşamını inceleyen göstergebilimin alanına girer.  Sembolizm üzerine çalışmalar yürütmek istiyorsak öncelikle inceleyeceğimiz konu göstergebilimdir. Semiyotik olarak bilinen bu bilim dalının kurucusu dilbilimci Ferdinand de Saussure’dur. Kendisi hiçbir kitap yazmamış, sadece yüzyılın başlarında dilbilim dersleri vermiş bir kişidir.

Gösterge kendisinin dışında bir anlama işaret eden söz, ses, çizim, yazı ya da sembol olarak tanımlanabilir. Kendisinden uzaklaştırılmış bir anlam taşıyan izdir. Anlam “gösteren” ve “gösterilen” bütünlüğü ile oluşur. Bir gösterge diğer göstergelerle birleşerek bir zincir oluşturur. İnsanlar önce nesneleri algılar, sonra bunu anlamlandırırlar. Kendileri için yabancı olanları tanıdık olanlarla ilişkilendirerek, diğerleriyle anlam alışverişi yaparlar. Örneğin toprağı açıklarken kadından yararlanırlar. Toprak da anne gibi doğurduğu ve yarattığı için ona “Toprak Ana” derler. Anneden doğan bir insanın yolculuğu diğer anneye doğrudur. Anlam biçimden bağımsız değildir. Dil imge -ki bu zihinsel bir içeriktir- bir anlamın açığa çıkmasıdır. O halde “bir gönderici ile alıcı arasında özel bir düzgü aracılığıyla bildiri alışverişine rastlanan her yerde göstergebilim iş başındadır…”

Ağaç ile ilgili kökleri yerdedir, gövdesi bizim sahamızdadır, birçok hayvana yuva olur vb. şeyler söyleyebiliriz. Ağaç bir imge olarak zihnimizde o kadar içrek anlamlar içerir ki ağaç gördüğümüzde asla sadece o bir ağaçtır diyemeyiz. Mezarlara ağaç dikmeye başlar, ölüm ve diriliş hikayeleri yazarız. Onu, doğanın kendini sürekli yenileme ritminin, çok önemli bir göstergesi olarak alırız. İnsan zihninin doğal bir ürünü olan bu durum, bilincin evirilme şekliyle ilgilidir. Çünkü insanlar gördüklerinin arkasında hep başka bir şeyler varmış gibi düşünmeye hazır halde evirilmiştir. İnsan kültürü de bu gösteren-gösterilen ilişkisi üzerinden şekillenmiştir.

İnsan çevresinde gördüğü her nesneyi sembol olarak kullanma eğilimi taşır. Güncel ilişkilerimizde sadece gösterdiği şeyi anlatan (yan anlamı ve göndergeleri bulunmayan) hiçbir kelime kullanmayız. Dağ, tepe, gök, yeraltı vb. doğa unsurlarına baktığımızda neredeyse hepsini birer sembol olarak alırız. Örneğin çok eski zamanlardan beri cenaze merasimlerinde ölüyü gömecek zaman yoksa onu ağaca asmak gibi bir usul vardır. Çünkü ağaçlar ölünün ruhunu yeryüzünden gökyüzüne taşıyan merdivenler olarak görülür. Aynı zamanda dilekleri yeryüzünden gökyüzüne taşıyan birer vasıtadır. Ağaca çaputlar bağlayıp dualar etmek bunun bir başka örneğidir. Joseph Campell, “Nerede dikili bir taş, yüksek bir tepe veya ulu bir ağaç görürseniz, orada yeryüzünden gökyüzüne inen ve çıkan ruhlar vardır,” demiştir. Çünkü bunlar bizim ortak imgelerimizdir. Carl Jung’un arketip dediği şey budur. Arketip ilk imge veya eski imajlar demektir. Zamandan ve mekândan bağımsız olarak tüm insanları etkileyen heyecan verici imgeler olarak tanımlanır. İnsan karakterini belirleyen birtakım kalıplar da arketip olarak alınabilir. Genel olarak dört tane arketipten bahsedilir: Anima, animus, öz, gölge arketipi. Bunlar kişiliğin bölümlenmiş kısımlarıdır. Ancak baktığımızda hayvan da bir arketiptir.

Bu bilgiler ışığında sembol nedir? Erich Fromm, “Sembolizm insanoğlunun geliştirdiği tek evrensel dildir,” demiştir. Ana işlevinin bireyler arasında özel bir iletişimi sağlamak olduğunu söylemiştir. Sembol; duyularla açıklanamayacak, gösterilemeyecek, ifade edilemeyecek tüm anlamların taşıyıcısıdır. Korku, mutluluk, endişe, güven, bağlılık gibi tüm şiddetli duygulanımlar ve sonsuzluk, öz, tanrı, ölümsüzlük, ruh gibi fenomenler dünyasını aşan tüm soyut kavramlar bunun içine dahil edilebilir. Sanat, mitoloji, şiir, din vb. alanlardaki bütün işitsel imgeler daha yüksek soyut bir anlama işaret ederler. Toplumsal yaşamda bilgi alışverişini sağlamaları ve gündelik hayatı kolaylaştırmaları sebebiyle önemli görülürler. Özellikle İ.Ö. 45-40. yıllar (Üst Paleolitik) ve İ.Ö. 10. yıllarda (Neolitik) çok güçlü bir sembol kullanımı vardır. Dini düşüncenin en erken izlerini taşıyan bu dönemde, yoğun zihinsel patlamayla birlikte pek çok dinsel-manevi ürün ortaya çıkmıştır. Mezara hediye bırakmak gibi “ölümden sonraki hayat inancını” gösteren gelenekler buradan gelmiştir. Kutsal kitaplar dahil insanlığa ait ortak anlatının aktarımında sembollerden faydalanılmıştır. İsa haç şeklinde bir ağaçta ölmüş ve mağarada dirilmiştir. Neden mağarada dirilmiştir? Çünkü mağara rahim sembolüdür ve bir insan doğacaksa ya mezardan ya da mağaradan dirilir.

Eski insanlar pek çok şeyi sembolik bir dille ifade etmiştir. Örneğin Şamanların öldükten sonra kuşa/ ayıya/ geyiğe dönüşüp öte dünyaya geçeceği düşünülür. Bu, hayvan arketipi açısından önemli bir anlatıdır. Özellikle üst paleolitik dönem inancında hayvanlar insana en yakın kutsallar olarak alınmış, çoğuna bir tanrı vasfı atanmıştır. Mağaraya giren kutsal kişi, orada esrime yaşayarak ruh hayvanlarıyla bağ kurar. Şamanlar hayvan kılığına girerek, evrenle kopmuş bağlarını tekrar tesis eder. Buradaki anahtar kavram hayvana dönüşmedir ki bu dönüşüm insanla cennet arasındaki bağı tekrar kurar.

Hayvanlarla ilgili farklı halk hikayeleri vardır. Mesela Anadolu’da turna kuşlarının göç zamanlarında ayakkabılar ters koyulmaz çünkü, turnaların yollarını şaşırmalarının felakete yol açacağı düşünülür. Verimlilik, bereket, doğurganlıkla ilişkilendirilen turnalara kutsiyet atfedilir. Alevi ve Bektaşi kültüründe, Tanrı’nın yer yüzündeki tecili olarak görülür. Turnanın sesinin Ali’nin sesine benzediğine ve uçarken Anadolu’nun bir ucundan diğerine selam taşıdığına inanılır. Eski Türklerde Gök Tanrı ile ilişkilendirildiği için, ölümden sonra göklere yükselen ruhun turna suretine bürünüp, gökyüzünde süzüldüğü söylenir. Doğanın döngüsünün sağlıklı bir şekilde işlediğini gösteren turnaların, kozmik bir bilgi getirdikleri iddia edilir. Yılan sembolü ve yılanın topraktan çıkması da aynı şeyin başka bir ifadesidir. Deri değiştirme özelliğiyle sonsuz yaşamın, kendini yenilemenin, sağlığın, tıbbın sembolü olan yılan; kışın bitip baharın geldiğini gösterir. Yahve, İbranileri çölde korumak adına Musa’ya, iyileşmek istiyorsa kendisini bir kez görmenin yeterli olacağı tunç bir yılan yapmasını buyurmuştur. Yunanistan’da müneccimler onun toprak üzerinde yaptığı zincirleme hareketleri gözlemleyerek geleceğe dair yorumlar yapmışlardır. Yılan, daimî bir değişim içinde olmasına rağmen, milyarlarca yıldır temel yapısını korumuştur. Kendini dönüştürerek yaratır ve yine de hep aynı kalır.  Gizli bilgi, saklı irfan ve hakikat ile özdeşleşmiş ve neredeyse tüm mitolojik hikayelerde kadınla ilişkilendirilmiştir. Cennetten düşüş gibi yaradılış mitlerinde bahçeden çıkma zamanının geldiğini anlatır.  Âdem ve Havva bir eşikten geçecek ve yetişkinlik evresine girecektir.

Çift başlı kartalın ilk kullanımı İsa’dan önce 3000’li yıllara Mezopotamya’ya dayanır. Buradan Orta Asya’ya yayılmış ve nazarlık, tılsım ve güneş sembolü olarak kullanılmıştır. Bizans’ta devlet ve kilisenin, tek bedende yönetildiğini simgeleyen motif, 14.yüzyılda Kutsal-Roma-Germen imparatorlarının hanedan arması olarak benimsenmiş, daha sonra bir soyluluk simgesi haline gelmiştir. Sembolün Türk mitolojisindeki bileşenleri, birbirlerinin etrafında dönen Tuğrul ve Konur adındaki iki kuştur. Konya’nın simgesi olarak gösterilen bazı resimlerde, kuşun Kartal değil Puhu Kuşu olduğu düşünülür. Genelde hayat ağacının tepesinde canlandırılan çift başlı kartal, hem bu dünyaya bakan hem de öte dünyaya bakan demektir. Sahip olduğu muhafız rolüyle geçişleri kontrol etmekte ve sistemin gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağını ifade etmektedir. Tanrı Zeus’un kartal biçimde yeryüzüne inmesi konuyla ilgili bir başka epifanidir.

Daima öte dünyayla iletişimi sağlayan varlıklar olarak görülen hayvanlar, bilinç değiştirme ve eşik aşmayla ilgilidir. Alternatif alemlere girişi anlatır. Peki bu kadar uzun bir süre hayvanlarla ilgilenen bir bilinç organizasyonunun kalıplaşması bizi ne kadar etkilemiştir? Kendi mitoslarımızı ve kutsal metinlerimizi yazarken tarih öncesinden gelen bu mirastan yararlanmış olabilir miyiz? Bilincimiz kültürel toplumsal bellekle ilgili bazı anlamlar taşıdığı için tabii ki olabiliriz. Örneğin Hıristiyanlığın en güçlü simgelerinden biri Balık’tır. Suyun kutsiyetiyle, yaradılışın ilk anıyla ve vaftizle ilgilidir. Temizlenmeye yönelik bir gönderme olan Balık, Yunanca’da “İsa, Mesih, Tanrı, Oğul, Kurtarıcı” kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir kelimeyle (“IXOYE”) okunur. Tanrı’nın gücü, balıkların çoğaltılma mucizesiyle ilişkilendirilmiştir. Havarilerin çalışmaları sonrasında yayılan sembol, ilk Hristiyanların birbirlerini gizli Balık sembolleriyle tanımalarına vesile olmuştur. İsa Mesih’in kurmuş olduğu kutsal kilise, Hristiyanları kurtaracak “Nuh’un Gemisi” olarak tasvir edilmiştir. Orta Çağ’daki kiliseler, gemi esas alınacak şekilde inşa edilmiştir. Eski Ahit’te anlatılan ünlü tufan hikayesi de bu anlamda önemli bir sembolik hikayedir.

İnsanların yeryüzünde iyice yoldan çıkarak kötülük tohumları ekmeye başladığını gören Tanrı, ceza için büyük bir tufan gönderir. Nuh’a bir gemi inşa etmesini ve gemisine biri erkek biri dişi olmak üzere farklı hayvan türleri almasını söyler.  Tufanda gemideki canlılar dışındaki tüm canlılar suların altında kalarak yok olur. Felaket bittiğinde Nuh, yaşamın normale dönüp dönmediğini anlamak için geminin penceresinden bir güvercin salar. Sular çekilip hayat normale dönmediği için güvercin tekneye geri döner. Yedi gün sonra güvercini pencereden tekrar salar ve güvercinin ağzında yeni koparılmış bir zeytin dalıyla geri döndüğünü görünce her şeyin normale döndüğünü anlamış olur. Tekvin: 8/ 10 ve sonrası. “Ve yedi gün daha bekledi. Ve güvercini gemiden tekrar gönderdi. Ve akşam vakti güvercin onun yanına girdi. Ve işte ağzında yeni koparılmış zeytin yaprağı vardı. Ve bir yedi gün daha bekledi ve güvercini gönderdi. Ve artık tekrar kendisine dönmedi…”  Burada güvercin Tanrı ile insan arasında kopmuş bağı onaran bir figürdür. Zeytin dalı ise gök ve yer arasındaki barışın simgesi olarak kullanılmıştır. Yıllardan beri ağzında zeytin dalı tutan güvercin, umudun ve barışın sembolü olmuştur. Tüm dünya yok olsa bile yeni başlangıçların mümkün olduğunu müjdeleyen bir simge haline gelmiştir.

Mirac sözcüğü Kur’anda geçmez ama mearic-yükselme dereceleri olarak Allah ile ilişkilidir. İslami kaynaklara göre Mirac iki aşamada gerçekleşmiştir. Peygamber bir gece Mescid-i Haram’dan (Kâbe-Mekke) Mescid-i Aksa’ya (Kudüs) gece yolculuğu yapmıştır. Bu İsra’dır. Daha sonra ise Mescid-i Aksa’dan gökyüzüne yükselmiştir. Bu ise Mirac’dır. Bu inanışa göre Peygamber gökyüzü yolculuğunu Burak isimli bir At ile yapar. Hadis Kaynakları (İbn Hişam) bu atı şöyle tarif eder: “Beyaz renkli ve çok süratli, eşek ve katır arası, uzun kulaklı ve uyluklarına bitişik iki kanada sahip.” Başlangıçta orijinal at formunda tasvir edilen Burak, farklı kültürlerde dönüşüme uğramıştır. Bu dönüşümlerde bazen kadın başlı, at gövdeli ve tavus kuşu kuyruklu olarak sunulmuştur. Burada at Muhammed’in miraca çıkışında arkaik bir sembol olarak kullanılmıştır. At pek çok kültürde insanı göksel ruhaniyete bağlayan bir figürdür. Eski zamanlarda at ile gömülme ve atla tavaf etme gibi birtakım uygulamalar vardır. Antik Yunan’da ise Posedion’un hayvanları olarak karşımıza çıkar. Perseus Medusa’yı öldürdüğünde onun kanından kanatlı bir at doğar.

Hayvan sembolizmi (tür ve unsur), bitki sembolizmi (adamotu, gül, kozmik ağaç) ve insan sembolizmi (organlar, kurukafa, mitsel kişiler) hep bir aradadır. Bunlar dışında bayrak, totem, yüzük gibi toplumsal semboller ve haç, mandala, sayı gibi soyut semboller de vardır. Ezoterik semboller ilhama dayalı oluşturulan soyut semboller arasına girerler ve içinde evrene dair gizli bir bilgi barındırırlar. Özel olarak bu sembollerin taşıdıkları anlam, aşağıdan yukarı doğru yükselen bir kademelenme, gitgide genişleyen bir derecelenme gösterir. Bilinç üstü bir yöne sahip oldukları iddia edilir ve üzerine tefekkür ederek derinleştirilmesi gerektikleri söylenir. Yapılan sözlü açıklamalar ve yorumlar sembolün tümüyle çözüldüğü anlamına gelmez. Başlangıçta en kaba haliyle tanınan sembol, kişi geliştikçe daha derin sırlarını ifşa eder. Bu sırrın aktarımı bazı ezoterik yapılanmalarda inisiyasyon yoluyla olur. Herkesin kavrayış, anlayış, idrak ve şuur bakımından farklı olduğunu düşünen bazı ezoterik öğretiler, hakikat bir şekilde ifade edilmelidir ve sembol bunun için vardır demiştir. Gizem okullarının okült bilgileri belli sembolik kılıklara sokarak halka sunmalarının sebebi budur. Günümüz halk masalları ve mitolojilerinin çoğu inisiyatik bir serüveni anlatır. Olayların akışı kuşaktan kuşağa değişse de içindeki semboller varlığını sürdürmeyi başarır.

Altı köşeli bir yıldız olarak bilinen heksagramın ilk görüldüğü yerlerden biri Hinduların ruhani sembolü olan Anahata’dır. Bir Yahudi sinagogunda bilinen ilk kullanımından yüzyıllar önce Hristiyan kiliselerinde dekoratif bir motif olarak kullanılmıştır. İlk olarak Orta Çağ’da Araplar tarafından dini bir sembole dönüştürülen heksagram, Davud’un Kalkanı olarak adlandırılır ve en son Yahudi Kabalistler tarafından benimsendiği için günümüzde İsrail Devleti’nin simgesi haline gelir. Heksagram 6 içeri 6 dışarı köşesiyle, Zodyak’ın 6 dişil 6 eril burcunu temsil eder. Yukarı bakan üçgen eril (Ateş), aşağıya bakan üçgen ise dişildir (Su). Hint sisteminde bu ikilem lingham ve yoni, Grek sisteminde phallus ve kteis’tir.  Zodyak’taki devinime işaret eden 6 sayısı, zaman ve mekânın birimidir. Hem zamanın hem de mekânın döngüsel oldukları ve daire oluşturdukları düşünülmüştür. Bir pengelle açıyı bozmadan bir çember çizildiğinde, daire tam altıya bölünür. Zaman ve mekân birimleri altı ile bölünür, 12 ay, 24 saat, 60 dakika, 60 saniye…Sufizme göre yukarı bakan üçgen insanoğlunun yükselişini, aşağı bakan üçgen insana inen rahmeti simgeler. Bu açıdan heksagram Yaradılış ve Tekâmül Yasalarını ile de ilişkilendirilir.

İnsan kollarını ve bacaklarını açtığı zaman başı ile birlikte beş köşeli bir yıldıza benzetilir. Bu yüzden pentagram dualitenin aşılmış olduğu düzeyi, androjenliği anlatan bir semboldür. Grek tradisyonunda, beş tane A anlamına gelen pentalfa adıyla bilinmektedir. Eski Mısır yazısında Sirius hiyeroglifinin üç glifinden biridir. İsis misterleri inisiyasyonunda, inisiye adayı ölüm deneyimi sırasında, üst kısmında pentagram biçiminde delik bulunan bir tabuta yatırılır. Hinduizmde Shiva ile, Anadolu’da Kibele ile ilişkilendirilir. Kuzey Amerika Kızılderilileri tradisyonlarında kutsal bir yıldızı temsilen kullanılır; Şamanist Türkler için Demir-Kazık yıldızını simgeler. MÖ 300-150’den itibaren Kudüs’ün sembolüyken daha sonra İsa’nın beş yarasını tanımlayan bir gösterge haline gelmiştir. Yukarı bakan pentagram birliğe yükselişi simgelerken, aşağı bakan pentagram dünyaya inişi simgeler. Pentagramın okült anlamı beşinci element olan (akaşa) ruhun, diğer dört element üzerine hükmetmesidir. Bunun sebebi dört element dışındaki beşinci unsurun sadece insanda aktif olduğu inancıdır. 10’un yarısı 5’tir ve bu bize insanın sayısını verir. Kutsal Tetraktys’in sayısı olan on, makrokozmosu anlatırken; Ay’sal eterik enerjinin sayısı olan beş, mikrokozmosu anlatır. Bugün modern okültizmde “karanlık” güçlere karşı korunmak için apotropaik bir tılsım görevi gören pentagram, eski Babil kullanımının bir devamı olmayı sürdürür.

 


15 min read
Share this post