Neden Tropikal Zodyak Kullanıyorum? Astrolojide Kaderci Anlayışın Terki ve Bilimsellik Tartışmaları

Neden Tropikal Zodyak Kullanıyorum?
Astrolojide Kaderci Anlayışın Terki ve Bilimsellik Tartışmaları

Burçları İlkbahar Ekinoksu ile ilişkili olarak tanımlayan tropikal zodyak, gezegenlerin ve yıldızların gerçek konumlarına değil, İlkbahar Ekinoksuna dayalı göreceli konumlarına dayanır. Burada Dünya'daki mevsimsel döngüler ve Güneş'in yıl boyunca gökyüzündeki konumu temel alınır. Dünya’nın eksenel devinimini dikkate alan sideral zodyak ise takımyıldızların gerçek fiziksel konumlarına dayanır. Sabit yıldızlara dayalı olduğundan presesyon etkisiyle burç başlangıçları tropikal zodyaktan farklıdır. Sideral zodyak ile tropikal zodyak arasında yaklaşık 24 derecelik bir fark bulunur (bu fark "ayanamsa" olarak adlandırılır). Dolayısıyla tropikal zodyakta Koç mevsimi 21 Mart'ta başlayıp 19 Nisan'da sona ererken; sideral zodyakta 14 Nisan’da başlayıp 14 Mayıs’ta sona erer. Bu 24°'lik fark çok büyük hissedilebildiği için tropikal zodyak kullanan astrologlar Merkür'ün Koç burcunda gerilediğini bildirirken, sideral zodyak kullanan astrologlar Merkür'ün aslında Balık burcunda olduğunu iddia edebilir. Tropikal zodyak gezegenlerin ve yıldızların gerçek yerleşimlerini dikkate almadığı için sideralciler tarafından eleştirilmiştir. Tropikalcilerin astronomi bilmedikleri ve astrolojiyi yanlış yorumladıkları yönünde itirazlar vardır. Peki gerçekten öyle mi? Tropikalciler sahiden de astronomi bilmiyorlar mı yoksa sadece önem mi vermiyorlar? Tabii ki ikincisi— önem vermiyorlar. İyi de neden? Gelin bu soruyu yanıtlamadan önce biraz astrolojinin felsefi kökenlerine bakalım.

Antik Çağ Yunan Felsefesinde Aristoteles’ten itibaren Yeni Platonculuk’un ortaya çıkmasına kadar geçen döneme Helenistik Felsefe denir. Batı Ezoterizmini etkileyen farklı felsefe okulları olsa da Stoacılık, Neo-Pisagorculuk ve Neo-Platonizm öne çıkanlar arasında kabul edilir. Özellikle Neo-Platonizm burada önemli bir rol oynar. Neo-Platonistlerin koruduğu ortak fikirler arasında, tüm gerçekliğin tek bir ilkeden “Bir”den türetilebileceği doktrini bulunur. Karanlığın bağımsız varlığına inanmazlar; onu kendi başına var olmayan, ışığın yokluğu olarak düşünürler. Buradaki “Bir”’i, materyal bir Tanrı’dan ziyade, evrenin kaynağı olarak görürler. Bu felsefenin merkezi teorisi, her şeyin ilahi kaynaktan geldiği fikri olan yayılma teorisidir. Buna göre hamurdan yapılmış bir akrep, hem yapay hem de doğal eklembacaklıları içeren bir seriye aittir, ancak bunların ötesine geçerek süper ilahi bir akrebe yükselir. Aralardaki derecelerde daha pek çok akrep olsa da bunlardan biri de takımyıldızları arasında görülen Akrep’tir. Bu göksel akreplerin ne olduğunu bilen kişi; taşlar, bitkiler, renkler, kokular, tatlar, sesler yoluyla onunla bağlantı kurabilecektir. Bu teori maji uygulamalarına ve daha spesifik olarak teurjiye kapılar açacaktır. Ve tabii aynı zamanda, Kabalistik fikirlere, özellikle de Hermetik Kabala’ya ve oradan Hermetik Astrolojiye etki edecektir.

Yukarıdaki açıklamanın meali; Neptün, Uranüs, Satürn Jüpiter, Mars vs. dediğimiz şeylerin birer gezegen olarak değil, ilahi planda kozmik bir güç olarak görüldüğüdür. Bu kozmik güçler, içinde yaşadığımız aleme indiği zaman ancak bizim gezegen dediğimiz forma gelmiş olur. Bu, Platon’un idealar dünyası gibi de düşünülebilir. Bizim gezegen olarak adlandırdığımız “Mars”, esasında kozmik bir güç olan Mars’ın özünden çoklanıp saflığını kaybetmiş halidir—yani bir taklididir. Bu yüzden gezegen yalnızca bir göstergeden ibarettir. Sembolik bir unsurdan, bir işaretten öte bir şey değildir. Asıl mesele gezegenin arkasında yatan “kozmik güç”tedir. Klasik dünyanın mistisizminde insan ruhu evrenin ruhuyla aynı maddeden oluştuğu için, bu kozmik güçlerin her biri insanın içinde de mevcuttur. Yani her birimizin içinde birer Mars, Venüs, Merkür vardır…Zira Hermetik Felsefeye göre, yukarıdaki aşağıdaki gibi ve aşağıdaki de yukarıdaki gibidir. Hermetica’daki ana fikir, dış dünyamızın, iç dünyamızın bir yansıması olduğu yönündedir. Peki bu ne anlama gelir? Sadece bu kozmik güçler insanlara değil, insanlar da bu kozmik güçlere etki ediyor anlamına gelir. Bu ezoterik perspektif, astrolojinin dayandığı determinist (kaderci) anlayışı tamamen ortadan kaldırır. Satürn Güneş’e kare açı yaptığında, şunlar şunlar olur gibi ezberci yorumlar işlevselliğini kaybeder. Zira ne olacağını biraz da kişilerin kendisi belirler. Çünkü yalnızca yukarıdaki aşağıya yansımaz, aşağıdaki de yukarıya yansır. Bu perspektifte amaç, söz konusu kozmik güçlerin farkına vararak, bireyin kendi yaşamı üzerinde kontrol sahibi olmasına yardım etmektir.

Analitik psikolojinin kurucusu Carl Jung 1954 tarihli bir mektubunda burç için, “tanrıların konuşmasındaki belirli bir ana, yani psişik arketiplere karşılık gelen yapıdır,” der. Belirli bir zaman için oluşturulan astrolojik haritalar, bir zamanlar antik mitolojinin tanrıları ve tanrıçaları tarafından kişiselleştirilen evrensel prensiplerin yani kozmik güçlerin sembolik bir tasviridir. Jung, bazı gezegenlerle çeşitli arketipleri eşleştirmiş ve doğum haritalarının kişi hakkında bilgiler verebilecek arketip görünümleri oluşturduğuna inanmıştır. Onun “Kolektif Bilinçdışı” teorisi, Hermesçi “Evrensel Zihin” teorisiyle örtüşür. “Yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır; aşağıda ne varsa, yukarıda da o vardır; içeride ne varsa, dışarıda da o vardır; dışarıda ne varsa, içeride de o vardır.” “Yukarısı” makrokozmosa veya Dünya Ruhuna atıfta bulunurken, “aşağısı” yeryüzüne, fiziksel düzleme, mikrokozmosa veya insan ruhuna atıfta bulunur. “Dışarısı” dış gerçeklik, içinde yaşadığımız, yemek yediğimiz, faturaları ödediğimiz ve başkalarıyla etkileşim kurduğumuz alemdir. “İçerisi” ise rüya manzaramızdır veya partnerimizle (anima/animus), gölge yanımızla, egomuzla, benliğimizle ve diğer içsel karakterlerle karşılaşabildiğimiz alemdir. Jung, psikolojinin geleceğinin, Hermesçi öğretilerde ortaya çıkan modern insan ile kozmos arasındaki kayıp bağlantıyı yeniden inşa etmekte yattığını düşünmüştür. Bu bakış açısından, Jung'un kolektif bilinçdışı olarak adlandırdığı şeyin nihayetinde kozmosun kendisine gömülü olduğu görülebilecektir.

Şimdi sorumuza geri dönelim. Gezegenlerin gerçek fiziksel konumları gerçekten önemli midir? Astroloji Auguste Comte’un pozitivist felsefesine dayanmıyor ki önemlidir diyelim! Bu hassas bir not çünkü astroloji matematik ve fizik gibi "pozitif bir bilim" değil, "mistik bir ilim!" Gezegenlerin üzerimizdeki etkisi, bizleri itip çekmelerine değil, arkalarındaki “kozmik güce” yani “metafizik ideaya” dayanıyor. Orada “Mars” her şeyden önce “sembolik bir ifade". Dolayısıyla Mars’ın gerilemesi de öyle! Gerçekten gerilediği için değil! Diyorlar ki: "Plüton gezegenlikten çıkarıldıysa niye hala Plüton’u yorumlara katıyorsunuz?" Plüton astronomlara göre ister gezegen olsun ister olmasın, arkasındaki “kozmik güç” veya “metafizik idea” değişmez ki! Plüton bir arketip olarak zaten hep vardı! Neydi o arketip? Dönüşüm veya ölümdü. Dönüşümün arkasındaki kozmik güç neydi? Hayat Ağacı’ndaki Daath Küresi’ydi. Tüm bu açıklamaları sideral mantığı eleştirmek için değil, tropikal mantığı anlatmak için yapıyorum. Sideral sistemini takip eden ve tamamen gerçek yerleşimlere odaklananlar bilime daha fazla takılı kalırken, sembolizme daha az önem verebilirler. Nitekim sideral yorumlamalarının tropikal (mevsimsel) yöntem kadar güçlü veya belirgin bir şekilde hissedilmediğini gördüm. Yine de bu, sideralin doğru tahminlerde bulunmadığı anlamına gelmiyor. Sideral yorumlamaların da kendine has incelikleri olduğunu ve aynı konulara farklı bir bakış açısı sunabileceğini düşünüyorum. Bu noktada sideralcilerin de tropikalin mantığını anlaması ve ona saygı duyması yerinde bir duruş olacaktır. Bu iki sistem farklı referans noktaları kullandığı için herhangi biri "daha doğru" değildir. Hangi zodyak sisteminin kullanılacağı, kişinin astrolojiye bakışına ve hangi astrolojik ve felsefi gelenekle daha uyumlu olduğuna bağlıdır. Sevgilerimle.

 


7 min read
Share this post